Konu: elmapınar köyü |
|
işlerimiz nedeni ile kısa bir süre netten ayrı kalmak zorunda kaldık, ve tekrar buradayız, tüm dostlara selamlar
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
çok güzel bir şiir saliha hanım, yüreğinize sağlık, kaleminiz daim olsun, şiirinizi antoloji.com da yayınladım sizin adınızla, orasıda bizim şiir okulumuz, devamını bekleriz efendim saygılar.
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
Yazılarınız hep defter sayfasında kalmasın,değerlendireceğiz yakın zamanda , Ailenize çok selam, saygılar sunuyorum
|
|
Konu: Geyik Sağan Peri |
|
Geyik Sağan Peri
Çoğlağa kapızında mı, Kestel kapızında mı?... İkisini de söylerler.
Peri kızları geyik keçilerini sağarlarmış. Keçilerden biri hırçınlaşmış, tutulmak istememiş. Ona öfkelenen peri kızı:
“- Yahı yağlı kurşunlardan git!” diye beddua etmiş. Tesadüfen o anda keçiye nişan alan bir avcının tüfeği patlamış, keçi vurulmuş. Bu defa peri kızı avcıya:
“- Hazırmıydın a elleri kuruyası!” demiş, avcının elleri kuruyuvermiş.
Bu olaydan sonra zamansız geyik avlayanın başına fena bir iş geleceğine inanılır olmuş.
(Yapıntı köyünden Fatma Melleç, 1904-1987).
|
|
Konu: Kiz Taşi |
|
Kıztaşı
Yapıntı ve Gençali’nin yayla yolu üzerinde, sağlam bir kaya kaideye oturmuş, kibrit kutusu şeklinde yekpare bir kaya parçası Piza kulesi gibi eğimli vaziyette, kaidesinin sağlamlığı yüzünden milyonlarca yıldır yıkılmadan bize kadar gelebilmiş. Boyutları yaklaşık 4x10x20 m. kadar.
Evvel zamanın birinde orada bir bey kızı yaşarmış. Kız o kadar güzel, o kadar güzelmiş ki ünü kentten kente yayılmış.
Etraftaki beyler, beyzadeler kızı alabilmek için adeta yarışa girmişler. Ellerinden geleni, her fedakarlığı yaparlarmış.
Ne var ki kız hiç birini beğenmez, hiç birine varmak istemezmiş…
Beyzadelerden biri kıza yanmış, tutuşmuş, illa almak isteyince kız da almış gergefini çıkmış Kıztaşının başına…
Beyoğlu da almış okunu yayını vurmuş kendini dağa…
“- Bana yar olmayanı başkasına da yar etmem” diyerek
Sayharman’dan bir ok atar isabet ettiremez.
Düzağaç’tan bir ok atar yine isabet ettiremez.
En nihayet çıkar Kıran’a Gözleğitaşı’ndan bir ok daha atar,
bu defa ok hedefi bulur kızcağızı al kanlar içinde yere serer…
Zamanla kızın gergefi hayat bulur, yeşerip bir çam ağacı olur, oturur Kıztaşının zirvesine…
Hâlâ yemyeşil bir çam ağacı Kıztaşının tepesinde dikilip duruyor.
(Yapıntı köyünden Fatma Melleç, 1904-1987).
Kendisi (ebem) Babaannem olur
Savaş ATLAY
|
|
Konu: Bir Keklik Avcılığı Destanı |
|
Bir Keklik Avcılığı Destanı
Eskiden (çok değil 1970 li yıllara kadar) dağlarımızda keklik bol mikdarda bulunurdu. Taban gübresi; adıyla tarlalara atılan ;süper fosfat;; kekliği, yabani güvercinin, culanın ve daha birçok dağ kuşlarının neslini kesti, tarihe karıştırdı. Şimdi bize tatlı anıları ile lafı kaldı;
İşte o kekliğin bol olduğu zamanlarda Mut;ta sayılır avcılar vardı. Onlar yörenin en iyi kekliğini alır, en iyi şekilde bakıp en iyi avı yapmaya özenirlerdi. O zamanın meşhur avcılarından şimdi hayatta kimse kalmadı, hepsini rahmetle anıyoruz. Bazılarının isimlerini herhangi bir sıralamaya koymadan rast gele yazıyorum: Niyazi Özbek, Sadık Keskin, Gardiyan Süleyman, Muhammet Ağa, Tahsildar Nuri Efendi, Neşri Atlay, sağlık memuru Azmi Atlay. Ahmet Toplu Gencelili Abide Mehmet, Becili Mustafa Atalay, Gıravgalı Mehmet Yıldız, daha çokları sayılabilirse de bilgi vermek için bu kadarı yeter diyorum.
Keklik avı mensimi geldiğinde bunlar gruplar halinde beş, sekiz günlüğüne Göğden, Kızılova, Söğütözü, Saypınar gibi avlıklara giderler hem avlanırlar, hem de en tatlı tarafından sohbet edip hoşça vakit geçirirlerdi.
1970 yılı av mevsiminde tertip edilen Kozlar avcılığı sırasında avcı Mehmet Yıldız kümede beklerken hemen yakınında şaşkın şaşkın gezen bir keklik görür ve tetiğe basar… Ne var ki vurduğu keklik, her nasılsa kafesinden atan kendi kekliğidir;
Mehmet Yıldız vurduğu kekliğin kendi kekliği olduğunu anlayınca çok üzülür, olayı bir müddet saklamak ister ama arkadaşları şüphelenirler sıkıştırınca da itiraf eder.
Ben de olayı duyunca Şu şekilde dillendirmişim:
I
Sabahleyin Muttan kalktın yürüdün
Karin boğazını usul geç Yıldız
Kelceköy, Gedikköy hayli yoruldun
Çınarın dibinden bir su iç Yıldız
Eşekler meydanı Ardıçlı tapır
Oranın kekliği ormanda yatır
Eşeğin çiğnine embeli batır
Kuruca köprüden çabuk geç Yıldız
Bundan sonra yolun yokuşa sardı
Yalnız mezar derler bir makam vardı
Köşkün yokuşu da epeyce yordu
Soğuktur Köşkte de bir su iç Yıldız
Yolun çatallaştı hiç fala bakma
Darısekisine gidip yolu uzatma
Usul çık Mavgayı gök tere batma
Yıkılgana vardın bir yol seç Yıldız
Eski yola sap ta git yavaş yavaş
Menzil sona erdi Kozlara ulaş
Avcılar bekliyor onlara yanaş
Onlarla anlaşmak biraz güç Yıldız
Kozlarda bu gece misafirlik var
Akşam mezesine tavşan keklik var
Bu meze rakıya pek güzel uyar
Sulandır rakıyı öyle iç Yıldız
Gece oldu yalan faslı başladı
Arkadaşlar birbirini taşladı
Sıra sana geldi laf yavaşladı
Çok yalan söyleme biraz uç Yıldız
II
İptida Barçından duyuldu sesi
Sesini duyanın coşar hevesi
Her kuranda öter artar nefesi
Koca kekliğin de namı var olsun
Arayı arayı zor bulmuş idin
Kekliğin kıymetin sen bilmiş idin
İki bin liraya vermemiş idin
Sebep olanlara dünya dar olsun
Koca keklik bu dağların şahıydı
Cümle kuşların da padişahıydı
Ne oldu demeden ayağı kaydı
Cennette melekler ona yar olsun
Kanimi[1] geldi kalkıp bakmadın
Kekliği istedi duyup takmadın
İki bini saydı dönüp bakmadın
Göz etti Kanimi gözü kör olsun
Büyük bir hevesle çıktın Kozlara
Kozların kekliği benzer kazlara
Kısmet olup erişirsen yazlara
Keklik avlar iken şansın gür olsun
Erte kuranında kalktın yürüdün
Bulut gibi Daz tepeyi bürüdün
Keklik elde hayli çarık sürüdün
Keklik avladığın yer havadar olsun
Koca keklik ilk kuranda son öttü
Vadesi yetmiş ki kafesten attı
Hasiret taşına acele çıktı
Rabus[2] çifte gayri sayedar olsun
Yıldız kurduğun küme dar mıydı
Etticeğin daim ah-ü zar mıydı
Koca keklik bu cihanda var mıydı
Lafta kaldı gayri namı var olsun
Ettin bir yanlışlık söyleme sakın
Kekliği keserken etrafa bakın
Seyyari dilinden kendini sakın
Öteki keklikler bir ayar olsun
Doğan atlay
---------------------------------------------------------------------------
-----
[1]Kanimi Değerli halk türküleri sanatçımız Musa Eroğlunun babasıdır, o da keklik avcısı idi
[2] 2- Av tüfeği markası
|
|
Konu: Yapintililar Nerede |
|
SİTEDE ÜYE ARKADAŞLARIMIZINDA BELKİ YAKINLARI VARDIR DÜŞÜNCESİ İLE, ŞİİRDE İSİMLERİ GEÇEN HEMŞEHRİLERİMİZİ RAHMETLE ANIP, İSİMLERİ HAFIZALARDA BİR KEZ DAHA YER ALSIN DİYE BABAM DOĞAN ATLAYA AİT YAPINTILILAR NEREDE ADLI ŞİİRİ YAYIMLIYORUM, TÜM HEMŞEHRİLERİMİZE SELAMLAR........ Savaş ATLAY
YAPINTILILAR NEREDE
Ben Doğan Atlay, öğretmen Neşri Atlayın oğluyum. anam Yapıntılı Melleç Dede kızı Fatma. Anam Yapıntılı olduğu için çocukluk yaşantımın çoğu Yapıntıda geçti.
Bir gün Muttaki evimde gece uyku tutmadı, türlü düşlere daldım. Belleğimde kalan kopuk kopuk anılar arasında anamı, yapıntıyı, Yapıntılıları, akrabaları, arkadaşları, o zamanki ihtiyarları anımsadım... Çoğu bu dünyadan göçmüşlerdi. Göçenler haliyle unutulacaklardı... Unutulmamaları için anımsayabildiklerimi bari bir not edeyim düşüncesiyle yazmaya başladım. Sonunda 87 kişi ve 34 dörtlükten oluşan bu yapıt ortaya çıktı. Edebi, sanatsal bir değeri olmadığını bildiğim bu yapıtı yaşamakta olan Yapıntı’lılara hediye ediyorum. Belki heves edenler olur da daha iyisini yaparlar veya devam ettirirler.
Mut, Şubat 2004
Dinleyin ahbaplar size sorarım
Çolak Hasan, Kâzım goca nerede
Uzaklardan geldim ahbap ararım
Höngürlük’ten Güpçül Ali nerede
Ağzı laf yapardı gönüle uygun
Arap çöllerinde eylemiş soygun
Bir geline sormuş Eğridir yolun
Ahmat oğlu Durmuş emmi nerede
Devesiyle hep kiraya gederdi
Ak göynek beyaz don edik geyerdi
Yanık yanık güzel türkü söylerdi
Deveci goca noldu nerede
Çerkez Ethem ile çalıştı bazı
Afyon dağlarında kaldı çok izi
İstiklal harbinde olmuştu gazi
Emiş garı oğlu Ahmet nerede
Yapıntı’da inadıyla ün verdi
Daim suyun yokuşuna yüzerdi
Kartalı görünce “nah oğlak“ derdi
O inatcı Cırrık Bekir nerede
Türküsüyle gönülleri bağlardı
Urfani’yi söyler bazan ağlardı
Söyledikçe sular gibi çağlardı
Sohbetlerin tadı Koc’emin nerde
Keşef goca, Araboğlu, Süleyman
Beşdallı, Tekerlek, Tat, Cırrık Hasan
Nizam Ali, Ecelağı pek yaman
Saksağana söğen Şebek nerede
Düğününde kesti toklu şişeği
Köpeğe vurdu Kizir kızı bişşeği
Söğüt dalına kondurdu eşşeği
Kayın baba Topal Ali nerede
Çoban oldu sürü kolunda gezdi
Muhtar oldu biraz okudu yazdı
Bir değil çok keklik yuvası bozdu
Melleç Dede oğlu Mevlit nerede
Güdük Ali, Tülü Memet, Çiloğlan
Çoban Deli Bağşış gezer hep yayan
Kazandığı parayı üst üste yığan
Söylemez Hasan emmi nerede
Bolacalı Ali, Karagöz Ali
Keşef Ali, Süllü Duran, Boz veli
Kerim çavış, Mümün Ali, Sar’ali
Navdalılı Koca Sabri nerede
Arap Durmuş, Keşef Nazmi, Koc’emin
Öküz güder iken ettiler yemin
Sırrını bilirler birbirlerinin
Ortaköy’lü Ayşadudu nerede
Gonarı’nın boranında kışında
Siper oldu Akoluk’un taşında
Yaz günleri Uzunbunar başında
Serinlerdi Ahmet Tekin nerede
Skodaya bindi getti selamet
Malı canı hep Allaha emanet
Sağ salim geri dönmekti niyet
Dönemedi çavış Mustafa nerde
Benli garı, Emiş garı eramil
Zomp garısı, Sallan ebe hepsi bir
Kerziban onların peşinden gelir
Arap Elif, Hım hım garı nerede
Hocantı’dan Dağpazar’dan geldiler
Yapıntı’nın değerini bildiler
Nebi Kiya, Lüfi Çelik nerdeler
Alaçamlı Kırıt Kerim nerede
Unuttum sanmayın İbiş gocayı
Cennet abayla Apdılla hocayı
Sarı gelinle Bolacalı Mustafa’yı
Bunlar da görünmez acep nerede
Kore dağlarına getti selamet
Bir gece orada koptu kıyamet
Kunuri’de şehit düştü Boz Memet
Arkadaşı Zomp Mustafa nerede
Molla Hasan, Çakal Ahmet hep bile
Bir zaman düştüler Selver’le dile
Koca’yşa’yı oynattılar zil ile
Sırr’efendi, Macar Ali nerede
Muhtar oldu hep hak yolunu tuttu
Eğitmenlikte çocukları okuttu
Her işi bıraktı sırt üstü yattı
Örnek adam Süleyman kiya nerde
Çeltik idi Pirinçsuyu yalısı
Suyu kesilmiş kurumuş ülüsü
Karaman ilinde kaldı ölüsü
O gariban Gülbe Memet nerede
İbradı’ dan geldi burda eğlendi
Allahın yazgısı imiş evlendi
Genç yaşında cesedi kefenlendi
İbradılı Ali vardı nerede
Vaktı geldi Masaralı’dan bıktı
Akkulak kızına abayı yaktı
Ezan okur iken evine baktı
Talvar yıkan Koca Tahsin nerede
Zihnime bir şeyler geliyor gene
Aklım takıldı Deveci Hüseyin’e
Boz Veli garısı Kör kızı nene
Uzun boylu Nizam Şerfe nerede
Anakadın aba, Çolak Emine
Karagöz karısı, Sazaklı nene
Tülü garı, Güssün teyze yan yana
Komşuları Nergiz nene nerede
Iraz aba ile eşi Ümm’aba
Geçinceme için ettiler çaba
Ömründe bilmem ki sürdü mü safa
Kocaları Karadayı nerede
Büyüttü dört oğlunu askere saldı
Felek ikisini elinden aldı
Dede ile Mustfa askerde kaldı
O acılı Haççe teyzem nerede
Yaşamında çok çileler çekti
Gün oldu tarlaya ekinin ekti
Kış günü çok vakıt misafir baktı
Anam garı Melleç Hatma nerede
Bir zaman gönlünce çağlayıp aktı
İki evliliğin tadına baktı
Olmadı birini geri bıraktı
Melleç Ali denen lavgar nerede
Öz’de Gökseki’de ekin ekerdi
Palaz kovar keklik gibi sekerdi
Kümede sabırla keklik beklerdi
Melleç oğlu Melleç Omar nerede
Yapıntı'nın toprağından taşından
Guzgunluk’un boranından kışından
Çok değil üç nikah geçti başından
Melleç oğlu Melleç Memet nerede
Melleç Memet oğlu Memet ne etti
Bolacalı Ahmet habersiz getti
Topak Memet vardı onlara yetti
O açıkgöz topal Ismayıl nerde
Seyyari bitir sözü çok uzatma
Dikkat et destana yalanı katma
Duyduğun şeyleri yabana atma
Bütün andıkların hani nerede
Gayri sözümüze bir son verelim
Soyumuzu ötemizi bilelim
Ruhlarına bir Fatiha verelim
Düşünelim o faniler nerede
Araştırmacı Yazar Doğan ATLAY
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
soru banamı seyfettin beyemi servet bey, burayı anlıyamadım, yada siz sorunuzu açık sorun da tereddütte kalmıyalım
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
MUT ŞİİRLERİ
Mut Güzellemesi
Gönül kurtulmuş da zembereğinden
Yayla sehil dolanıyor, hâl şaşkın.
Akgedik’ten, Sertavul’un belinden
Yağmur yağar, kar serpeler, yel coşkun.
Çoğlağı da akşam oldu, burda ikindi
Göksu, allı morlu kemer takındı.
Adıras, guruptan kına yakındı
Ilgıt ılgıt garbî eser, çal coşkun.
Kestel yaylağının öte yüzünde
Cem Sultan’a sofra yaymış öz’ünde.
Kapızında, koyağında, düzünde
Yar dibinde gürül gürül sel coşkun.
Karekşi’de gün görünmez kavaktan
Kırkpınar’da kevser akar savaktan
Gürlevik, Kumru’dan Ardıçoluk’tan
Söz etmeden duramıyor dil coşkun.
Hebire de deli gönül hebire
Yari ola yarin öger habire
Yörük kızı bişşek döğer habire
Düğün mü var çardak çatma il coşkun.
Karabelen, Eğri dağa yaslanır
Etekleri lâle sümbül süslenir
Annacından Karacoğlan seslenir
Mızrap sarhoş, parmak yorgun, tel coşkun.
Sıtkı methin eyler, düşürmez dilden
Gâhi dilden söyler gâhi gönülden
Efil efil esen Zeyker yelinden
Kekik kokar, bülbül şakir, gül coşkun.
Sıtkı Soylu
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
İRFANİ ile SARIYAYLA’ya
İçelli halk şairimiz İrfani’nin çok tanınmış bir türküsü var; “Sarıyayla”… Halk türküleri sanatçımız Musa Eroğlu Bu türküyü sazıyla, sözüyle dillendirirken bütün güzel duygularını katar, dinleyenleri gönülden duygulandırır, bazılarımızın gözleri çakmak çakmak nemlenir. Herkesçe sevilen bu güzel türküye esas olan “Sarıyayla” neresidir, nerededir? sorusu açılır hep… Bazılarımız; “belki vardır ama nerededir” diye düşünür. Bazılarımız “Kızılelma” gibi algılar.
Çocukluğumdan beri duya geldiğim bu türkünün “Sarıyayla”sının neresi olduğunu ben de merak edip araştırdım. Toros Dağlarının üzerindeki Göktepe eteklerinde bir Mut yaylası olduğunu saptadım.
1950’li yıllardan sonra yaylacılığın gereksinimden çıkıp lükse dönüşmesiyle yüzlerce yaylamız gibi Sarıyayla da ıssızlığa terkedilmiş, üzücüdür ki zamanla unutulmaya başlamıştır.
Yıllardan 1850 (veya 60), aylardan Mayıs, (Haziran da olabilir). Mut Beylerinin davetlisi olarak Mut’a gelip birkaç hafta misafir kalan İrfani, yaylaları, yaylaların kekik, yavşan, yarpız kokan tertemiz havasını hele hele yaylaların güzellerini özlemeye başlar… O zamanlar izinsiz bey konağından ayrılmak mümkün mü?... İrfani isteklerini, duygularını türkülerine katar gitme zamanının geldiğini vurgulayan türküler söyleyerek izin ister.
Gene bir gam geldi tuttu
Gurbet elin cevri yetti
Ölen öldü kalan getti
Sağlar yolum gözler şimdi
Aşkın dolusundan içtim
Ne yaman bir derde düştüm
Bu yerlerde çok eğleştim
Karagözlüm ağlar şimdi
İrfani gibi sohbetlerin tadı, tuzu bir aşık ele geçmişken kolay bırakılır mı? Tabii izin çıkmaz. Ama İrfani de özlemini başka türkülerle dile getirir:
Coşkun idim koçak gibi
Keskin idim bıçak gibi
Vaktı geçmiş çiçek gibi
Sarardım soldum Allahım
Koç yiğitler alır satır
Arayerden kalkmış hatır
Ya yarimi bura getir
Ya ben’ora sal Allahım
Gene habar geldi çeşm-i âlâdan
Başım hali değil derten beladan
Gözlerim bir mektup gelmez sıladan
Bir mektubu yazdıran yok yazan yok
Garipleri gurbet ele salarlar
Bu dert beni iflah etmez paralar
Göz göz oldu sinemdeki yaralar
Neşter vurup deldiren yok delen yok
Beyler bakarlar ki İrfani’nin derdi gün gün artmakta, daha fazla üzmemek için gitmesine izin verirler. İrfani de sevinerek Sarıyayla’ya doğru yola çıkar. İrfani bu… o türküsüz olamaz, O’nun yaşantısı türküdür. Hem gider, hem söyler:
Okundu yeni nameler
Bir gam geldi bağrım deler
Dost koynundaki memeler
Emilecek çağlar şimdi
Gide gide yolu Toroslar’a sarar Toroslar’da dereler, tepeler, sarp geçitler, kapızlar hep gidene engeldir. Ulaşım zordur Toroslar’da… İrfani özlemiştir sılasını, yaylasını…
Ne yatarsın bülbül bahar erişti
Eski derdim yenisine karıştı
Eller göçtü yaylasına kavuştu
Eğil dağlar ben yaylama varayım
Yükseğinde nemil nemil kar’ın var
Engininde ala gözlü yarim var
Şunda bir dilbere intizarım var
Eğil dağlar ben sılama varayım
Almalar ayvalar yüksek daldadır
Felek beni günden güne aldatır
Ananın atanın gözü yoldadır
Eğil dağlar ben sılama varayım
+++++
İrfani öğleye doğru Mağras Dağı sırtlarına ulaşır. Sindel tepesi eteklerinde Top Gediği’ne gelince aniden efil efil esen hafif bir esinti yüzünü okşar yüzünden atlayarak bütün vücuduna yayılır, sanki okşar gibi. Orada bir çamın gölgesi-ne oturup kuşbakışı seyrettiği Göksu Vadisi’nin güzelliğine kapılarak kendine has türkülerini söylemeye başlar:
Söylen İrfani’ye yarin öğmesin
Çözemedim ak göğsünün düğmesin
Uz bas kunduranı yer incimesin
Topla zülüfünü tel incimesin
+++++
Telli durnam kalk gidelim
Yollar çimeç bağlar şimdi
Sarı çiçek mor menevşe
Giyer bizim dağlar şimdi
+++++
Yol yürümekle biter, kalkıp yoluna devam eden İrfani, artık yaylalarına ka-vuşmuştur. Her koyakta bir Yörük obasına, her pınarda bir Yörük güzeline rastlar. Onlara içinden geldiğince türküler söyleye söyleye yoluna devam eden İrfani, bir kuşluk vaktı Sarıyayla’sına ulaşır. Yaylayı tamamen görebilen yüksekçe bir yerde durur, bir süre coşkuyla seyreder… Gönlünün bütün hasretiyle, sesinin bütün gücüyle bir “OF” çekip türküsüne başlar:
OOOFF! Sarıyayla’m seni yaylayamadım kar iken
Yavrı palazını avlayamadım tor iken
Sende bu güzellik ben de gençlik var iken
Alırım ahdımı koymam ay gelin
+++++
İrfani’nin gür sesiyle yayla koyakları inim inim inler, herkes İrfani’nin geldiğini anlar, obayı bir sevinç ve şenlik havası sarar. Daha ilk akşamdan konuk çadırı kadınlı erkekli konuklarla dolmaya başlar. Yemekler yenip ayranlar içildikten sonra İrfani türkülerine başlar:
Bir küçücük nevrestenin elinden
Olanca aklımız hep zaya getti
Gece gündüz edasından nazından
Ömrüm sermayesi efvaya getti
Size kurban olam gökte melekler
Siyah zülfü mah yüzünde kelepler
Küçücükten verdiceğim emekler
Görmedim vefasın hebaya getti
Benden selam olsun nazlı yarime
Dahi gelsin baksın benim halime
İrfani cehdetsin dostun yoluna
Desinler Mecnun’dur Leyla’ya getti
+++++
İrfani böyle söyleye söyleye vakit geçmekte gece yarıya ulaşmakta… Ama bir beklediği var ki bir türlü görünmüyor. İrfani ise ona türküleri ile ulaşmaya çalışıyor:
Bizim elin ırmakları akar mı
Yaz olunca menevşeler kokar mı
Sevdiceğim seyrangâha çıkar mı
Eğlen durnam eğlen habar sorayım
Hak erdirsin aşıkları murada
Avcı mısın ne gezersin arada
Sevdiğimin seyrangâhı nerede
Eğlen durnam eğlen habar sorayım
+++++
İrfani bir ara başını kaldırıp baktığında beklediği gelmiş bir kenarda onu dinlemekte… Bütün yorgunluğunu unutup yeni türkülere başlar:
Çoktan beri intizarın çektiğim
Eşim dostum musahibim geldin mi
Mecnun oldum dağ başını beklerim
Mecnuna teselli veren geldin mi
Gırağı değmiş yaprağını soldurmuş
Yad el değmiş gonca gülün yoldurmuş
Yavru bizden muhabbeti kaldırmış
Yad ellere meyil veren geldin mi
İrfani der zülüflerin düzgündür
Yavru ile muhabbetim bozgundur
O sebepten yarelerim azgındır
Yaremin melhemin vuran geldin mi
+++++
İrfani artık yaylalarına, sevdiklerine kavuşmuş; oba oba, koyak koyak gezip türkülerini söylemektedir. O günden… Bugüne…
Doğan Atlay
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
Navdalı köyü; Bizim çocukluğumuzun geçtiği, her karışında anılarımız olan bir köydür. Navdalı; iki yüz sene evvelinde beş haneli küçücük bir köydü. Bu beş aile de Mut beyi Deli Ahmet Beyin çiftçileriydiler 1835 yılına kadar Navdalı topraklarına sahip olan Deli Ahmet Bey; çok zalim, adaletsiz bir adammış ki, gadre uğrayanlar tarafından bir suikastle öldürüldüğünde devlete çok borcu çıkmış. Borçlarının tasfiyesine, sonradan maliye nazırı olan Yusuf Paşa gelir. Deli Ahmet Beyin kasasında borçlarını karşılayacak Parası bulunmadığından, Ahmet Beyin tarlaları seçmenlerine dağıtılıp karşılığı para olarak onlardan alınmış imiş. Böylelikle Navdalı tarlaları Çivi köylülerine dağıtılıp tapu edilmiş. Çivi köylüler o tarlaların kendilerine uzaklığından dolayı bakıp ziraat edememişler o yüzden Gıravga beylerine satmışlar. Onlar da kendilerine bir yarar sağlamayan bu tarlaları Hacı Abidin Paşa torunlarından Abdullah Bey oğlu Mehmet Beye, O da kardeşi Yakup Beye satmış. Yakup Beyden de; bu köyle ismi özdeşleşen, Nadir Mutluay satın almakla burayı yayla edinmiş her sene yazın buraya yaylaya çıkar, izinli olduğu zamanlarda kendi dikip yetiştirdiği söğütün gölgesinde arkadaşları ile sohbet eder, dokurcun oynar hoş vakitler geçirirdi.
Dedemiz Nadir Mutluayın tarihi şahsiyetinden de biraz bahsedeyim, belki sizlerin duymadığınız yönleri vardır.
Müftü Nadir Mutluay
Soylu ve köklü bir ailenin bireyidir. Ötesini 1800lü yıllara kadar tarihleyebildik. Daha birçok kişiler ve hikâyeleri varsa da somut belgelerle saptayamadık. Şimdilik elimizdeki belgeler Nadir Beyin dördüncü atası Hacı Abidin paşadan başlıyor.
1804 Kıbrıs isyanını bastırmak için kardeşi Ahmet Paşa ile Kıbrısa giden kapıcıbaşı Hacı Abidin Bey (Zeynel Abidin diye de anılır) isyanın bastırılmasında, asilerin tenkilinde harekâtı idare ettiğini, asilerle yüzyüze çarpışıp başarı ile sonuçlandırdığını bildiren arşiv belgeleri vardır. Hacı Abidin Bey Antalya isyanını da bastırınca vezirliğe yükseltilip paşa (mareşal) olmuş, bazı vilayetlerde valilik yapmıştır. En son Bursa valisi iken orada ölmüş. Mezarı Sultan Mehmet camisi bahçesindeki mezarlıktadır.
Nadir Mutluayın Soy ağacı şöyle:
1-Hacı Abidin paşa
2-Hacı Ali Bey
3-Abdullah Bey
4-Ali Safi Bey
5-Nadir Mutluay
Nadir Bey, Ali Safi Beyin oğludur. 1879 yılında Mutun Absut köyünde doğmuş. 1895 yılında Mut rüşdiyesini parlak bir derece ile bitirdikten sonra medrese öğrenimi için zamanın kültür merkezi Konyaya gider. Konya medreselerindeki müderrislerle birer birer görüşür, çoğunun bilgisinin kendisine yetmediğini görerek değerli İslam âlimi Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendinin medresesine girer. 1906 yılında tahsilini tamamlayıp icazetini (diplomasını) alır, Muta gelir. 1908 yılında Mut mahkeme azalığına, 1910 yılında da Mut müftülüğüne atanmakla 32 yıl bu görevi sürdürüp 1942 yılında emekli oldu. 04.05.1945 tarihinde ansızın kaybettik.
Büyük bir ikna ve hitabet yeteneğine sahip olan Nadir Bey Ulusal kurtuluş savaşımının başından sonuna kadar içinde bulunmuş, desteklemiştir. 1 Kasım 1919da Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulmasında önder olmuş en etkin kişidir. Bir ay gibi çok kısa bir zamanda bütün Mut köylerinde Müdafaa-i Hukuk şu-belerinin açılmasını sağlayarak Mut Kuvayi Milliye grubunu oluşturur ve onların giderlerini karşılayacak gelirlerin sağlanmasında büyük hizmetleri olur.
Kuvayi Milliye grubunu donatmak için, merkezi Konyada bulunan 12, Kolordunun tahsis ettiği silâh ve cephaneyi o günlerin ve mevsimin bütün zorluklarına karşın 1919 yılı kasım ayı sonlarında bizzat gidip Karamandan getirerek Mut Kuvayi Milliye milislerine dağıtmıştır. Yetmeyince, Mondros anlaşması gereğince Anamur, Gülnar ve Silifkeden toplanan silahlar Karamana gönderilmek üzere Mut jandarma deposunda toplanmıştı. O silahların alınmasına kaymakamdan izin almak için cemiyet Nadir Beyi görevlendirir. Kaymakam;Biz Almanlar ve Avusturyalılarla beraberken yenildik. Anadolu yalnız başına bu koca devletlerle nasıl başa çıkacak; deyince müftü Nadir Beyin cevabı çok anlamlıdır:Beyefendi, meselenin dıştan görünüşü aynen buyurduğunuz gibidir. Ancak, vatanını kurtarmak uğruna kellesini koltuğuna alan bir milletle hiçbir kuvvet başa çıkamaz; diyerek kaymakamı susturur ve silahların teslimi emrini alır.
Konya ve Bozkır isyanlarının bir uzantısı olan Ermenek Aslan Memet olayında da çok etkin çalışmaları vardır.
Bunlar ve benzer çalışmaları o zamanki Büyük Millet Meclisince takip ve takdir edilmiş bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından bir telgrafla tebrik ve taltif edilmiştir. Elimde fotokopisi bulunan telgraf nameyi eski yazılı aslından yeni yazıya ve bu günün diline çevirerek veriyorum:
MUT MÜFTÜSÜ NADİR EFENDİYE
Vatanımızın kurtarılması ve milli bağımsızlığımızın korunmasını hedef alan mukaddes davamızı çürütmek maksadıyla düşmanlarımızın teşvikleri sonucu meydana gelen isyan olaylarını bastırmak ve bu suretle milletimizin birliğini temin uğrunda gösterdiğiniz vatan sevgisiyle dolu hizmetleri büyük bir memnuniyetle haber aldım. Harcadığınız fedakârane çalışmalara teşekkür, elde ettiğiniz muvaffakıyetten dolayı zat-ı âlinizi tebrik ederim. 22. Ekim. 1920
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
İsyanlar bastırılmış, Muharebeler bitmiş, Zaferler kazanılmış, vatan kurtarılmış sıra devrimlere gelmiş Şapka devrimini kabullenemeyen bazı muhalifler olmuş. Bunlardan biri de Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı Mirza Beydir. Şapka giyilmesi, fes gi-yilmemesi, giyenlerin şiddetle cezalandırılması hakkında çok sıkı ve kesin emirler gelmektedir. Mutun en kalabalık olduğu bir Cuma günü Mirza Bey fesini giymiş halk arasında geziyor, Kaymakam ne yapacağını şaşırmış Bir tarafta emirler, bir tarafta Mirza Bey, Mirza Bey o kadar güçlü ki, Kimse ona bir şey yapamaz, bir şey diyemez, Kaymakam Nadir Beyi çağırıp ne yapması gerektiğini sorar; Nadir Bey,merak buyurmayın beyefendi, Cuma namazından sonra giyer der. Nadir Bey o gün camide şapka devrimi üzerine bir konuşma yapar. Onu dinleyen Mirza Bey namazdan çı-kınca derhal gider bir şapka alıp giyer. (Üzücüdür ki irticalen yapılan o konuşmanın yazılı metni yoktur)
Nadir Beyi tanıyanlar; dürüst, adil, zeki, ileri görüşlü, kararlarında isabetli bir yaratılışa sahip olduğunu saygıyla anarak söylerler.
Merhum; âlim ve aydın bir din adamı, bilinçli bir cumhuriyetçi, ciddi bir devrimci, koyu ve samimi bir milliyetçi, kara taassubun amansız düşmanı idi.
Bir gün Konya medreselerinde beraber okuduğu, medreseden iyi bir derece ile mezun olmuş olan arkadaşı Müftü zade Hüseyin efendiye sorar: Hüseyin efendi, Hazret-i Peygamber Mekkede dirilse: Ey benim ümmetim, işte ben dirildim, etrafımda toplanın dese. Atatürk te Ankarada dirilse: Ey benim milletim, işte ben dirildim etrafımda toplanın dese. Hangisinin yanına gidersin? Hüseyin efendi:Tabii Mekkeye Peygamberin yanına giderim deyince Nadir Bey:Hüseyin efendi, ben Ankaraya Atatürkün yanına giderim. Der.
Hazırlayan: Doğan Atlay
|
|
Konu: Elmapınar[navdalı] köyü |
|
Navdalı köyü; Bizim çocukluğumuzun geçtiği, her karışında anılarımız olan bir köydür. Navdalı; iki yüz sene evvelinde beş haneli küçücük bir köydü. Bu beş aile de Mut beyi Deli Ahmet Bey’in çiftçileriydiler 1835 yılına kadar Navdalı topraklarına sahip olan Deli Ahmet Bey; çok zalim, adaletsiz bir adammış ki, gadre uğrayanlar tarafından bir suikastle öldürüldüğünde devlete çok borcu çıkmış. Borçlarının tasfiyesine, sonradan maliye nazırı olan Yusuf Paşa gelir. Deli Ahmet Bey’in kasasında borçlarını karşılayacak Parası bulunmadığından, Ahmet Bey’in tarlaları seçmenlerine dağıtılıp karşılığı para olarak onlardan alınmış imiş. Böylelikle Navdalı tarlaları Çivi köylülerine dağıtılıp tapu edilmiş. Çivi köylüler o tarlaların kendilerine uzaklığından dolayı bakıp ziraat edememişler o yüzden Gıravga beylerine satmışlar. Onlar da kendilerine bir yarar sağlamayan bu tarlaları Hacı Abidin Paşa torunlarından Abdullah Bey oğlu Mehmet Bey’e, O da kardeşi Yakup Bey’e satmış. Yakup Bey’den de; bu köyle ismi özdeşleşen, Nadir Mutluay satın almakla burayı yayla edinmiş her sene yazın buraya yaylaya çıkar, izinli olduğu zamanlarda kendi dikip yetiştirdiği söğütün gölgesinde arkadaşları ile sohbet eder, dokurcun oynar hoş vakitler geçirirdi.
Dedemiz Nadir Mutluay’ın tarihi şahsiyetinden de biraz bahsedeyim, belki sizlerin duymadığınız yönleri vardır.
Müftü Nadir Mutluay
Soylu ve köklü bir ailenin bireyidir. Ötesini 1800’lü yıllara kadar tarihleyebildik. Daha birçok kişiler ve hikâyeleri varsa da somut belgelerle saptayamadık. Şimdilik elimizdeki belgeler Nadir Bey’in dördüncü atası Hacı Abidin paşadan başlıyor.
1804 Kıbrıs isyanını bastırmak için kardeşi Ahmet Paşa ile Kıbrıs’a giden kapıcıbaşı Hacı Abidin Bey (Zeynel Abidin diye de anılır) isyanın bastırılmasında, asilerin tenkilinde harekâtı idare ettiğini, asilerle yüzyüze çarpışıp başarı ile sonuçlandırdığını bildiren arşiv belgeleri vardır. Hacı Abidin Bey Antalya isyanını da bastırınca vezirliğe yükseltilip paşa (mareşal) olmuş, bazı vilayetlerde valilik yapmıştır. En son Bursa valisi iken orada ölmüş. Mezarı Sultan Mehmet camisi bahçesindeki mezarlıktadır.
Nadir Mutluay’ın Soy ağacı şöyle:
1-Hacı Abidin paşa
2-Hacı Ali Bey
3-Abdullah Bey
4-Ali Safi Bey
5-Nadir Mutluay
Nadir Bey, Ali Safi Bey’in oğludur. 1879 yılında Mut’un Absut köyünde doğmuş. 1895 yılında Mut rüşdiyesini parlak bir derece ile bitirdikten sonra medrese öğrenimi için zamanın kültür merkezi Konya’ya gider. Konya medreselerindeki müderrislerle birer birer görüşür, çoğunun bilgisinin kendisine yetmediğini görerek değerli İslam âlimi Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendinin medresesine girer. 1906 yılında tahsilini tamamlayıp icazetini (diplomasını) alır, Mut’a gelir. 1908 yılında Mut mahkeme azalığına, 1910 yılında da Mut müftülüğüne atanmakla 32 yıl bu görevi sürdürüp 1942 yılında emekli oldu. 04.05.1945 tarihinde ansızın kaybettik.
Büyük bir ikna ve hitabet yeteneğine sahip olan Nadir Bey Ulusal kurtuluş savaşımının başından sonuna kadar içinde bulunmuş, desteklemiştir. 1 Kasım 1919’da Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulmasında önder olmuş en etkin kişidir. Bir ay gibi çok kısa bir zamanda bütün Mut köylerinde Müdafaa-i Hukuk şu-belerinin açılmasını sağlayarak Mut Kuvayi Milliye grubunu oluşturur ve onların giderlerini karşılayacak gelirlerin sağlanmasında büyük hizmetleri olur.
Kuvayi Milliye grubunu donatmak için, merkezi Konya’da bulunan 12, Kolordunun tahsis ettiği silâh ve cephaneyi o günlerin ve mevsimin bütün zorluklarına karşın 1919 yılı kasım ayı sonlarında bizzat gidip Karaman’dan getirerek Mut Kuvayi Milliye milislerine dağıtmıştır. Yetmeyince, Mondros anlaşması gereğince Anamur, Gülnar ve Silifke’den toplanan silahlar Karaman’a gönderilmek üzere Mut jandarma deposunda toplanmıştı. O silahların alınmasına kaymakamdan izin almak için cemiyet Nadir Beyi görevlendirir. Kaymakam: “Biz Almanlar ve Avusturyalılarla beraberken yenildik. Anadolu yalnız başına bu koca devletlerle nasıl başa çıkacak” deyince müftü Nadir Bey’in cevabı çok anlamlıdır: “Beyefendi, meselenin dıştan görünüşü aynen buyurduğunuz gibidir. Ancak, vatanını kurtarmak uğruna kellesini koltuğuna alan bir milletle hiçbir kuvvet başa çıkamaz” diyerek kaymakamı susturur ve silahların teslimi emrini alır.
Konya ve Bozkır isyanlarının bir uzantısı olan Ermenek Aslan Memet olayında da çok etkin çalışmaları vardır.
Bunlar ve benzer çalışmaları o zamanki Büyük Millet Meclisince takip ve takdir edilmiş bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından bir telgrafla tebrik ve taltif edilmiştir. Elimde fotokopisi bulunan telgraf nameyi eski yazılı aslından yeni yazıya ve bu günün diline çevirerek veriyorum:
MUT MÜFTÜSÜ NADİR EFENDİYE
Vatanımızın kurtarılması ve milli bağımsızlığımızın korunmasını hedef alan mukaddes davamızı çürütmek maksadıyla düşmanlarımızın teşvikleri sonucu meydana gelen isyan olaylarını bastırmak ve bu suretle milletimizin birliğini temin uğrunda gösterdiğiniz vatan sevgisiyle dolu hizmetleri büyük bir memnuniyetle haber aldım. Harcadığınız fedakârane çalışmalara teşekkür, elde ettiğiniz muvaffakıyetten dolayı zat-ı âlinizi tebrik ederim. 22. Ekim. 1920
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
İsyanlar bastırılmış, Muharebeler bitmiş, Zaferler kazanılmış, vatan kurtarılmış sıra devrimlere gelmiş… Şapka devrimini kabullenemeyen bazı muhalifler olmuş. Bunlardan biri de Mut Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı Mirza Bey’dir. Şapka giyilmesi, fes gi-yilmemesi, giyenlerin şiddetle cezalandırılması hakkında çok sıkı ve kesin emirler gelmektedir. Mut’un en kalabalık olduğu bir Cuma günü Mirza Bey fesini giymiş halk arasında geziyor… Kaymakam ne yapacağını şaşırmış Bir tarafta emirler, bir tarafta Mirza Bey… Mirza Bey o kadar güçlü ki… Kimse ona bir şey yapamaz, bir şey diyemez… Kaymakam Nadir Bey’i çağırıp ne yapması gerektiğini sorar; Nadir Bey “merak buyurmayın beyefendi, Cuma namazın-dan sonra giyer der”. Nadir Bey o gün camide şapka devrimi üzerine bir konuşma yapar. O’nu dinleyen Mirza Bey namazdan çı-kınca derhal gider bir şapka alıp giyer. (Üzücüdür ki irticalen yapılan o konuşmanın yazılı metni yoktur)
Nadir Bey’i tanıyanlar; dürüst, adil, zeki, ileri görüşlü, kararlarında isabetli bir yaratılışa sahip olduğunu saygıyla anarak söylerler.
Merhum; âlim ve aydın bir din adamı, bilinçli bir cumhuriyetçi, ciddi bir devrimci, koyu ve samimi bir milliyetçi, kara taassubun amansız düşmanı idi.
Bir gün Konya medreselerinde beraber okuduğu, medreseden iyi bir derece ile mezun olmuş olan arkadaşı Müftü zade Hüseyin efendiye sorar: “Hüseyin efendi, Hazret-i Peygamber Mekke’de dirilse: Ey benim ümmetim, işte ben dirildim, etrafımda toplanın dese. Atatürk te Ankara’da dirilse: Ey benim milletim, işte ben dirildim etrafımda toplanın dese. Hangisinin yanına gidersin”? Hüseyin efendi: “Tabii Mekke’ye Peygamberin yanına giderim” deyince Nadir Bey: “Hüseyin efendi, ben Ankara’ya Atatürk’ün yanına giderim. Der…
Hazırlayan: Doğan Atlay
|
|
Konu: elmapınar köyü |
|
Tüm hemşehrilerimize selamlar:h:, nüfus kağıdımızda elmapınar yazıyor ama maalesef köyümüzü görmek nasip olmadı, inşallah bu ağustosta, sevgilerimle Savaş ATLAY
|
|
Konu: Savas |
|
teşekkür ederim hoşbulduk, aranızda olmaktan mutluyum, (doğuştanda mutluydum aslında
), çok güzel bir site, burada çok yararlı paylaşımlarda bulunacağımıza inanıyorum, sevgilerimle, antalyadan selamlar
|
|
|